'Bu savaşın arka planı teolojik'

-
Aa
+
a
a
a

ABD'nin Irak'a savaş gerekçesi olarak ileri sürdüğü uluslararası teröre destek, kitle imha silahlarının varlığı ve insan hakları ihlalleri gibi gerekçeler Türk kamuoyunda tartışılıyor. Tartışılan bir başka görüş ise Irak’ta savaşın ABD’nin global stratejisinin bir parçası olduğu. Size göre Amerikan politikasının temelindeki hedefler neler?

 

Benim bakış açım basında tartışılanların dışında. Bu bir petrol savaşı değil, çıkmaza giren ekonomisinin Amerika'yı zorunlu kıldığı bir savaş. Dünya piyasasında dönüşümde olan son derece fazla miktarda dolar var. Bu dolarların bir bölümünün CIA, bir bölümünün ise Mossad ve İran tarafından Merkez Bankası kalıpları kullanılarak basıldığı ileri sürülüyor. İran'daki özellikle CIA tarafından kullanılan bir matbaaydı. Devrimden sonra İranlıların eline geçti ve İran'ın Amerika'dan alacağı olan para karşılığında yüksek miktarda dolar basıldı. Bunlar çift seri numaralı paralar ve zaten 100 dolarlık banknotlar da bunun için değiştirildi. Diğer yandan da Amerikan derin devletinin kendi ihtiyacı için bol miktarda para basarak bu parayla medyayı, siyaseti, iş dünyasını ve bürokrasiyi fonladı. 

 

Abdurrahman Dilipak Yazar ve gazeteci. 1949 yılında Adana'da doğdu. Ortaöğrenimini imam hatip lisesinde gördü. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Arap Fars Filolojisi'nde başladığı yüksek öğretimini, I.T.I.A. Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu'nda tamamladı. Yeni Devir ve Milli Gazete'de yazdı. Aralarında Şanar Yurdatapan ile birlikte kaleme aldığı “Yeşil-Kırmızı Diyalogu”nun da bulunduğu çok sayıda kitabı yayımlandı. Halen Vakit gazetesinde yazıyor. Evli ve dört çocuk babası.

Dolardaki değer kaybı ve piyasanın Euro'ya yönelmesine Amerika'ya büyük ölçekte para dönüşüne yol açtı. Amerikan ekonomisi bu dönüşü taşıyamıyor ve durum Amerikan yüzyılının sonu demektir. Amerika için tek çıkış yolu kara paraya, mafyanın ya da terörün parasına el koymak ve el koyulan parayı imha etmek. ABD'nin ikinci hedefi ise dünyanın önemli zenginliklerine sahip olmak. Bu amaçlar terörle mücadele ambalajı içinde sunmaya çalışılıyor. Zaten bu müdahale sadece Irak'a karşı da olmayacak.

 

Bölgeye yayılacak bir savaştan ve uzun dönemli bir konuşlanmadan mi söz ediyorsunuz?

 

Elbette. ABD on yıl sürecek olan bir savaşa hazırlanıyor ve bütçesini de adeta üçüncü dünya savaşını fonlamak ister gibi oluşturuyor. Irak'tan sonra İran’ı, Suudi Arabistan'ı, Libya'yı vurmak gibi hesapları da var. Aynı şekilde Altıncı ve Yedinci Filoları, sözde bölge barısı için Irak'ta oluşturulacak bir komutanlığa bağlamak gibi hesaplar da söz konusu olabilir. Ayrıca bu bölgedeki Amerikan savunma gücü Amerika için bir yük değil gelir kapısı olacak. Musul ve Kerkük petrollerine el koymak Amerika için hayati önem taşıyor. Ayrıca terörle mücadele adına özellikle off-shore ve dünyanın her yerindeki kayıt dışı paraya el koymaya hazırlanıyor. Mesela iddia edildiğine göre Suudi prenslerinin Amerikan bankalarındaki 800 milyar dolar civarındaki parasına el kondu.

 

Bu paraya nasıl el koydular?

 

Daha önce Laden Afganistan için Suudi Arabistanlı zenginlerden zekatlarını alıyordu. Bunların paraları Amerikan bankalarında idi ve zekatlarını çekle ya da talimatla Ladene ödüyorlardı. Laden de bu paralarla Stinger füzeleri ya da Afganistan'daki mücahitlerin ihtiyaç duyduğu başka silahlar alıp Afganistan'a ulaştırıyordu. Dün Laden Amerika ile uyumlu çalışırken bugün düşman ilan edildi. Aynı şekilde Saddam da İran’a karsı savaşırken Amerika'dan askeri destek gördü ve bu yolla edindiği kimyasal silahların bir kısmını Halepçe'de kullanarak bir insanlık suçu isledi. Yani Saddam aslında Amerika’nın terminatörü  idi. Laden simdi suçlu ilan ediliyor ve dün Rusya'ya karşı savaşan Afgan mücahitlerine verilen paralara, teröre destek olunduğu gerekçesi ile, el konuyor. Amerika, dünyanın birçok yerindeki bu paralara bir şekilde el koymaya hazırlanıyor. Aynı şekilde ABD elindeki bulundurduğu silah stoklarını da tüketmek istiyor. Teknoloji hızla yenileniyor, bu silahların imhası bile bir maliyettir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra eldeki silahların büyük bir kısmı Marshall Yardımı adı altında çeşitli “müttefik” ülkelere gönderildi ama daha sonra –özellikle de 1980 sonrası– oluşan silah stoklarının tasfiyesi gerekiyor. ABD, sınırları dışındaki müdahalelerinin finansmanını da, terörle mücadele adına yaptığı operasyonlar olarak, dünya devletlerine fatura etmek istiyor. Amerika’nın geçen yüzyıl içindeki zenginliği, içinde bulunduğumuz yüzyıldan ödünç alınmıştı. Şimdi bunun faturasını ödemek zorunda. Irak savaşını bana kalırsa böyle görmek lazım.

 

ABD'nin küresel gücünü korumak için bu savaşa ihtiyacı var diyorsunuz.

 

Amerika’nın bu savaşı yapmama şansı yok. Yaptığı takdirde de başarı şansı yok.

 

Askeri operasyon olarak mi yoksa uzun dönem sonuçları anlamında mı?

 

Askeri operasyonda dünya kamuoyu desteği yok. İlk kez dünyada böylesine global bir muhalefet ortaya kondu. Amerika kendi içinde de tutarsızlaştı. Zaten 11 Eylül bu anlamda bir darbe girişimi, Amerikan derin güçlerinin bir iç hesaplaşmasıydı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. 11 Eylül saldırısından bu yana borsadaki daralma 15 trilyon dolar. Sadece son bir ayda Amerikan Dolarının Euro’ya karşı değer kaybı % 7. Bu çok tehlikeli bir durum. Amerika'da şu anda yıllık tüketici faizleri % 1 ve buna rağmen talep son derece düşük. Borsadaki özellikle Dow Jones, Nasdaq, Standard and Poors gibi lokomotif değerler aylardır negatif.

 

Söz ettiğiniz iç hesaplaşmada bu tip sonuçlar öngörülememiş miydi?

 

Kısmen öngörülemedi, kısmen de kontrolden çıktı. İkiz Kulelere yönelik saldırılar aslında çok farklı bir senaryo idi ve arka planla ilgili tartışmalar oldukça karmaşık. Mesela Pentagon’u uçak vurmadı ve aslında Beyaz Saray’ı vurması gereken uçak düşürüldü. İkiz Kulelere çarpan uçaklarsa serbest kaldı. Halbuki tam tersi olacaktı. Kanımca Bush'un ortadan kaldırılması ile ilgili bir plan vardı. ABD'de CIA dış istihbarat, FBI iç istihbarattı. Bu olayının tamamen dış kaynaklı olduğu ileri sürülmesine rağmen soruşturma FBI’ye bırakıldı. Amerika'daki derin güçler arasındaki iç hesaplaşma devam ediyor. Enron'un iflasıyla başlayıp birçok şirkete yayılan iflaslar Amerikan derin devletinin Bush karşıtlığının fidansal kaynaklarını baltalamasıdır. Amerika bir şekilde dikkatleri dışarıya çekmek, hamaset duygularını örgütlemek ve bu iç savaşın maliyetini dünyaya fatura etmek istiyor.

 

Bush hükümeti üst düzey yetkililerinin petrol ve silah endüstrileri ile bilinen bağlantıları var.

 

Bir bakıma, tabii. Buna karşı olan hizip Mossad ve İsrail bağlantılı. Çünkü Cumhuriyetçiler anti-semitik Siyonistlerdir.

 

İlginç bir tanımlama. Biraz açıklar misiniz?

 

Anti-semitik Siyonistler, Hıristiyan Siyonistlerin adı. Bunlar İsrail’e karşı fakat Siyonist çünkü Hıristiyanlık Tevrat’ı da kabul eder. Tevrat ta öngörülen şeyler Hıristiyanlar için de geçerlidir ama Yahudilerle de aralarında bir teolojik tartışma vardır. Aslında Hıristiyanlık Hz. İsa’dan asırlarca sonra sistematiğe edildi. Hz. İsa bir Ben-i İsrail peygamberidir. Hıristiyan teolojisine göre Süleyman Mabedi yeniden inşa edilerek yeni dünya düzeninin kurulması mesihin yeniden gelişiyle gerçekleşecek. Yahudiler de Süleyman Mabedi'ni inşa etmek isterler ama onların mesihiyle Hıristiyanların mesihi aynı değil. Her ikisi de dünyayı teolojik bir travmaya sürükleyecek, hatta yeni mitolojik çağın doğmasına yol açacak bir zamana gelindiğini düşünüyorlar. Tarihin sonu olarak adlandırılan şey sadece demokrasi ile ulaşılan son nokta değil bilinen pozitif tarihin sonu ve yeni teolojik bir dönemin başlangıcı. Medeniyetler arası çatışma dedikleri de İncil’de gecen Armageddon, yani son dünya savası. Bundan sonraki dünyanın nasıl olacağını bilmiyoruz ama o teolojiye göre çok farklı ve herşeyin yeniden şekillendiği bir dünya olacak. Bu teoloji bu savasın ikinci planda referansını da teşkil edebilir.

 

Bunun siyaset düzeninde açıkça formüle edilmiş bir konum olduğunu mu söylüyorsunuz?

 

Bu beklentiler, öngörüler iktidarları etkiliyor, iktidarlar da bu inanışı kullanıyorlar. Mesela Iran Mehdiyi bekler. Humeyni zamanında mollalar şöyle dua ediyorlardı: “Mehdi gelene kadar Humeyni'yi bize bağışla.” İslam geleneğinde beklenen bu savaşa Melheme-i Kübra, Hıristiyan ve Yahudi dünyasında ise Armageddon (Kıyamet Savaşı) deniyor. Bugün gelişen olayların böyle bir savaşın başlangıcı olmasından endişe duyuyor insanlar. Bazıları da bunun kaçınılmaz olduğunu ve herkesin mevzilerine göre saflarını belirlemesi gerektiğini söylüyorlar. Savaşın belli teolojik arka planı olduğunu da hesaba katmak gerekir.

 

Türkiye’deki değerlendirmeler daha çok ekonomik olarak getireceği sonuçlar, “reel politik” kaygılar çerçevesinde yapılıyor.

 

Onlar rutin değerlendirmeler. İşin mitolojisi başka bir boyut. Ben savaşın görünmeyen cephesinden, insan ruhunda meydana getirdiği fırtınalardan söz etmek için bunu söylüyorum. Bu beklentiler sadece marjinal grupların şuur altını şekillendirmiyor. Birçok kişi bunu telaffuz etmese de bu şuur altı çok yaygın ve güçlü. Söz konusu teolojik arka plan hakkında bilgisi olan herkesi derinden etkileyecek bir dizi argüman var. Buna belki teolojik beklentilerdeki mitoloji diyebiliriz. Gerçek olmasa bile, pozitif bilimin geldiği noktada yeni bir mitolojik çağ ile yüz yüze geliyoruz.

 

Silah denetçilerinin Irak'ta yaptıkları incelemeler ve genelde BM'nin bu krizde oynadığı rol hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Saddam'ın silah üretme kapasitesi büyük oranda yok edildi ve eğer bir üretim faaliyeti varsa bunu uydular aracılığıyla tespit etmek imkan dahilinde. Amerika eğer potansiyel bir tehdit durumundan söz ediyorsa herşey mümkün. Ancak fiili durumda Irak, ambargo sonucu gündelik bir varolma mücadelesi içinde; 500 bin çocuğun yiyecek ve ilaç yetersizliğinden dolayı öldüğü bir ülkeden söz ediyoruz. Irak gibi geniş bir ülkede üretimi son derece kolay olan kimyasal silahlar olabilir ancak bunları kullanabilme kapasitesi nedir? Zaten bunları niye, kime karsı kullanacak? Bu tip silahlar her yerde üretilebilir. Eğer Amerikan toprağında kullanılacak iseler bunları Irak'ta üretmenin anlamı ne? Kanımca Birleşmiş Milletler çok küçük düşürülüyor. Zaten veto hakkına sahip Konsey üyeleri BM'yi istedikleri gibi bloke edebiliyorlar. Daimi üyelerden İngiltere, Amerika ile birlikte hareket ediyor. Geriye kalan ülkelerden de ciddi bir muhalefet gelmedi.

 

Amerika’nın savaşa girmesi bu denli kaçınılmaz ise "Savaşa hayır" platformu gibi bir organizasyonun hedefleri ne olmalıdır?

 

Hz. İbrahim ateşe atıldığında küçük bir kuş gagasında bir su damlası ile gelip ateşe serpmiş. İbrahim “Kaç!” demiş, “Kanatların tutuşacak. Bu su ateşe fayda etmez.” Kuş “Ateşe fayda etmese de dost olduğumuz belli olur” demiş. Ben kendime düşen görevi yapıyorum, sorumluluğumu yerine getiriyorum. Ayrıca, biz süreci canlı tutarsak, sonuç, bu sürecin biçimlendirdiği alanda gerçekleşecektir. Biz bu savaşı geciktirebiliriz, etkisini azaltabiliriz; daha kısa sürebilir, daha dar bir alanı, daha az insanı etkileyebilir. Savaştan yara alanlara insani duyarlılığımızı geliştirerek daha fazla yardım edebiliriz. Türkiye’nin bu cinayete ortak olmasını engelleyebiliriz, en azından katkımızı azaltabiliriz. Yangından bir şeyler kurtarmaya çalışıyorum, neyi kurtarabilirsem. Savaş ocağımıza düşen bir ateş ve ben su taşımaya devam edeceğim.

 

Türkiye’nin bu savaşa katılması ne yollarla engellenebilir?

 

Türkiye Birleşmiş Milletler kararı konusunda ısrar edebilir. Güvenlik Konseyi'nde Rusya veya Çin muhalefet ettiği takdirde kararı alınmaz ve Türkiye de ben bu operasyonda yokum diyebilir. Bir başka seçenek de NATO kararı istemek, ve NATO’da Türkiye’nin sahip olduğu etkiyi olumsuz bir karar için kullanması. Kanımca ABD müdahalesine karşı çıkmak için varolan hukuki zemin sonuna kadar kullanılmalıdır.

 

“Irak'ta savaşa hayır!” kampanyası farklı görüş ve inançlara sahip birçok kişi ve kurulusu bir araya getirdi. Koordinasyonun aktif bir katılımcısı olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Ben bunu çok önemsiyorum. Sadece savaş karşıtlığı açısından değil, aynı zamanda barışın inşasında ve yeni dünya düzeninin kurulmasında bir kolektif aklın ve ortak bilincin doğabileceği bir kültür serası olarak görüyorum ben savaş karşıtı hareketi. Sadece protest ve negatif bir hareket değil, geleceğe dönük umutları da içinde barındıran, yeniden biçimlenen dünyamızda muhtemel komplikasyonlara duyarlı bir kitle oluşması için önemli buluyorum. Aslında bizi 1 Aralık’a getiren süreç bir anlamda de facto idi. Herkes kendi evinde benzer şeyleri düşünüp yapmaya çalışırken bir araya geldiğimiz anlar bir barış kermesi oluşturdu. Duyarlı insanlar, tek başına hayır demenin çok da anlamlı olmayacağını düşünüp birlikte hayır demek için bir araya geldiler. İnsanları biraraya getiren bir rüzgar bu; bir barış rüzgarı.

 

1 Aralık mitinginden sonra Çağlayan’da ağırlığını İslami kesimlerin oluşturduğu bir miting daha düzenlendi. Böyle ayrı bir organizasyon sizce nasıl bir ihtiyaca cevap veriyordu?

 

Başkaları ile birlikte bu tür bir eyleme katılma konusunda isteksiz olan ya da yeni bir oluşuma karsı daha az ilgi duyan insanları meydana çekip onlara da kitlesel biçimde bu mesajı vermek gerekiyordu. Özellikle de bundan sonraki eylemlere katılabilmeleri için. Bir yandan ortak kitlesel eylemler yapılırken diğer yandan da herkes kendi tabanına dönük eylemler ya da barış atölyesi çalışmaları yapabilir. Her şekilde barıştan yana, özgürlükten yana, adaletten, insan haklarından ve hukuktan yana bir tavır içindeyiz ve olacağız. Yarın gerçekten kıyamet kopacak olsa bile. Özellikle ben bir Müslüman olarak böyle düşünüyorum.

 

Çok teşekkür ediyorum sayın Dilipak.